
"Lise ikinci sınıf öğrencisiydim. Okullar daha yeni başlamıştı. Başarılı bir öğrenciydim. Sevilen, popüler bir tiptim. Mahallemde, komşularım tarafından… Üç abim tarafından şımartılarak büyüdüm. Hayatımın en güzel dönemleriydi galiba. Eğitimim güzel gidiyordu, doktor olmak istiyordum. Ta ki o güne kadar! Düşmeden 15-20 gün önce yan balkondan bizim tarafa kedi atlamış. Balkonumuzdaki demirler kumaştan kapalı. Kedi vücudunun yarısı dışarıda sıkışmış. Kurtarmak için yakalamaya çalıştım, o sırada korkup atladı. Sonra hemen aşağıya baktım ölmüştü. Çok uzun süre gece gündüz bu olaya ağladım çünkü kendimi çok kötü hissettim." "Hayvanları çok severim. Anneme 'Keşke benim başıma gelseydi' tarzı şeyler söyledim. Günler sonra benim düştüğüm yer orasıydı. Orası hoş görünsün diye babamla kayalar koymuştuk, boynum benim koyduğum kayaya çarptı. O taş olmasaydı kafam çarptığı gibi dağılırdı. Yere düştüğümde ilk gördüğüm şey kedinin cesediydi. Orada duruyordu. Kulaklarıma 'Keşke benim başıma gelseydi' laflarım geldi." Nil'e daha fazla bakamıyorum, gözlerimi kaçırdığım yerde fotoğrafçımız Hatice Özmen var, o da dağılmış vaziyette. Konuyu dağıtmak için hemen başka bir şey sormalıyım ama panikle yine zor bir soru yöneltiyorum. Tansiyon sorunu hep var mıydı? Nil Mısır yine soğukkanlılıkla anlatıyor: "Sanırım 15 yaşımın ilk zamanlarında çok artmıştı. Çünkü aralıklarla az besleniyordum. Çok fazla ders çalışıp, spor yapıp kendimi yoruyordum. O dönemlerde de dağa taşa tırmanmayı çok severdim. Bu olay da çok aşırı yorgun olduğum bir günde oldu. Kendimi biraz aç bıraktığım bir gündü. Öyle bir baş dönmesiyle beşinci kattan aşağıya düştüm." "Düştüğümde boynum kırıldı benim. Kollarımı, parmaklarımı, bel dengemi, ayaklarımı, vücudumu zaten hissetmiyordum. Kaslarımın kontrol kabiliyetini tamamen kaybettim. İlk düştüğümde boynumun kırıldığını hissetmiştim. Boynumdan ayak ucuma kadar bir sıcaklık çıktı. İlk zamanlar boynumu dahi tutamıyordum, düşüyordu. Kollarımı hareket ettiremiyordum. Ses tellerim çok hasar görmüştü. Konuşmam çok sağlıklı değildi, iletişim kurmakta çok zorlanıyordum. Benim için en zor kısım oydu. Sonrası sürekli, ardı arkası kesilmeyen ameliyatlar. "Ben okula çok bağlı bir kızdım. Benim bütün dünyam eğitimdi. Doktor bana bir süre yürüyemeyeceğimi söylediğinde okula nasıl gideceğimi düşündüm. Bir de ben yürüyememek ne demek bunu bilmiyordum. Yürüyememeyi bir kenara oturup dinlenmek olarak sanıyordum." "Altı ay yürüyemeyeceğimi söylediklerinde çok uzun bir süre gibi geldi. Ben kolay kolay yıkılan biri değilim. O zaman da yürüyememekten çok okula gidemeyeceğimi düşünüyordum. Aklımda hep yürümeye başlayıp sonrasında okula gitmek vardı. Bu çok kısa bir sürede olacak zannediyordum. Sonra iki yıl geçti. Hayal kurabilecek bir durumda değildim artık. Tek hayalim iyileşebilmekti. Yürüyemeyecekmişim gibi de gelmiyordu hiç. O çok küçük bir detaydı. Sürekli anı yaşamaya çalışıyordum. O an neyi iyi yapabiliyorsam onu yapmaya çalışıyordum." "Şirinevler'de 70. Yıl Fizik Tedavi çok konforlu bir hastaneydi. Muhteşem bir ekip vardı. Tıbbın çok ilerisindeydiler. Doktorum Profesör Doktor Belgin Erhan bana iş evrakları getirdi ama ben ellerimi tutamıyordum bile. Evrakları birlikte dolduracağımızı söyledi. Okulu tamamlamak istediğimi söyledim. Kalem tutabilmem için kas transferi ameliyatına girebileceğimi söyledi. Sağ elimle 3-4 ay fizik tedavide çalıştık. Bileklerim güçlenmeye başladı ve hareket ettirmeye başladım." "Sonra ameliyat oldum. Sonra da fizik tedavi… Aylarca süren uzun bir süreçti. Elimdeki ufacık hareketler (parmağının ucunu hareket ettirerek gösteriyor, masadaki ellerimden utanıyorum o an) bile bizi çok mutlu ediyordu. Sonrasında ben kalem tutabilmeye başladım. İlk mektubumu doktoruma yazdım. Sonra eğitime başladım. Açık öğretimden liseyi bitirdim. Sonrasında üniversiteye başlamak istedim ama nasıl gidip gelirim diye düşündüm. Bana uygun bir tekerlekli sandalyeyle gidebileceğim araç lazım."